Kayıp Manzara

İnanç, güvensizlik, umut ve arzu diyarlarında varoluşsal bir yolculuk
Marcus Graf, 2007

Dine inanır mısın?
Bilime?
Paraya mesela?
Ya da tarihi hikayelere?
Peki, peri masallarina inanir misin?
Yoksa inancsiz misin?

Banu Birecikligil’in resimleri, algıladığı dünyanın oluşturduğu bilgi birikimini akıl ve duygunun sanatsal çözümlemeleriyle erittiği kendi iç ve dış gerçekliğinin öznel araştırmalarıdır. Yapıtlar, gerçekliğin karmaşıklığını gözler önüne sermekle beraber, tekil varoluşun kesinliğini taahhüt eden anlam, bilgi, mutlak gerçek gibi kavramlar üzerinde artan heterojenliğin ve çoğulculuğun etkisini de gösterirler. Birecikligil’in resimleri ’linear’ bir öykü veya ileti içermediklerinden ötürü okunamazlar. Resimler, parçaları kayıp yapbozlara, sahneleri eksik filmlere ya da kimi paragrafları unutulmuş hikayelere benzerler. Bu nedenle, örneğin ‘anlam’ görecelendirilir, izleyicinin etkin olarak kendi gerçekliğini kurmaya itildiği öznel bir eyleme dönüşür.

Gerçeklik katmanlarıyla oynanan bu oyun Birecikligil’in önceki yapıtlarında da kuvvetli bir şekilde hissedilir. Bu yapıtlara nüfuz eden tuhaf bir gerçeklik ve fantazi karışımı, güzellik ve kitsch, yüksek kültür ve alt kültür, yüzeysel dekoratif unsurlar ve felsefi anlam kombinasyonlarını kullanarak sosyal paradokslarımızı ortaya koyar. Tuhaf olaylar günlük yaşamdaki huzurlu anları bölük pörçük ederek bozar. Çocukluk anıları ve şimdinin parçalarından oluşan kolajların sonuçları önceden tahmin edilemez.

Bulanık gerçeklik üzerine yoğunlaştığı şimdiki çalışmalarındaysa, insan kahramanların yerini oyuncaklar, cüceler, fantastik hayvanlar ve envai çeşit yaratıklar alıyor. Tuhaf bir boşlukta duran yalnız ve koparılmış bu yeni kahramanlar insanda melankoli ve yalnızlık duygusu uyandırıyor. Figürlerin kendi ortamlarından çıkarılıp yeni bir bağlamda arka plandaki boşluğa yerleştirilmeleri sahnelere zaman ve uzamsızlık hissi veriyor, fantastik absürdlüklerinin altını çiziyor.

Banu Birecikligil’in resimlerinde bizi çocukluğumuza götüren tuhaf bir retro-tat var.
Bununla beraber her anı, hatırlananın gerçekler, yanılsamalar ve dileklerle karıştığı tamamlanmamış bir yapıdır. Bu sebeple resimler, izleyicilerinin hatıralarına yolculuk ettikleri ve kendi geçmişlerindeki unutulmuş imgeleri yeniden keşfederek boşlukları doldurmak zorunda oldukları bir “bitmemişlik estetiği”ni vurgularlar.

Yapıtlardaki anti-estetik, çizgisel olmayan bir kavramsal yaklaşım ve dışavurumcu olmayan bir resim üslubunun üst üste binmesinin sonucudur. Bu anti-estetik, sermayenin imge havuzu ile reklam endüstrisinin bol cilalı estetiğinin imaj çöplüğünce kirletilmiş olan görsel algımızı değişime uğratır. Yapıtlar, tıpkı gerçekliğimiz gibi parçalanmış ve rüyalarımız gibi tuhaftır. Farkındalıkla uyku arasında gidip gelmeleriyse onları, kişisel cağrışımlar koleksiyonu ve varoluşun alternatif yapılarına dönüştürür. Resimler, yanılsama ve yaşam arasındaki sınırda bilgi ve akıl muhafızlarının devriye gezmediği bambaşka diyarlara, bambaşka bir halet-i ruhiyeye girişi sağlayan açık kapılara benzerler. Orada, izleyicinin kendisini belli bir mesafeden yansıtabilmesi için olağan düzeninin dışına adım atabilme şansı vardır.
Sonuçlarsa şaşırtıcıdır.
Evinize sağ salim varmanız dileğiyle...